Şimdi bir hatun düşünün (Evet evet bu benim), bir de çıtır adam düşünün (Evet bu da bazılarınızın tanıyıp çok sevdiği, bazılarınızın "Kim ulan bu?!" diye çatladığı son zamanlardaki pek çok yazımın baş kahramanı).
Hatunda pembe gözlük çok. Tam olarak hayal aleminde yaşamıyor, ama çok realist olduğu da kesinlikle söylenemez. İkisinin arasında bir çizgide sürdürüyor hayatını. Oyun oynamayı seviyor, canını sıkan her şeyi hayatının dışına itiyor, üstüne üstüne gelirse pılıyı pırtıyı toparlayıp kaçıyor, imkansız olduğunu bile bile her şeyi yaşamak, her yere yetişmek istiyor...
Adam ise gerçekten mantıklı ve gerçekçi. Öyle eğlenmeyi bilmeyen, hiç bir şeyi geyiğe vuramayanlardan değil tabii ki. Aksine pek eğlenceli, pek keyifli bir adam. Ama böyle iş, gelecek, mal-mülk gibi konular oldu mu son derece ciddi, mantıklı ve makul.
Hatun can sıkıcı her şeyden uzak durma eğiliminde. Oturup film izleyecek bile olsa öyle savaş filmiymiş, bilim kurguymuş, korkuymuş kesinlikle bulaşmıyor. Böyle masal kıvamında aşklı meşkli, iç açıcı filmlerden gidiyor. Adam da tam tersine hayata dair acı da tatlı ne varsa dibine kadar yaşansın istiyor. Hatta hayatında olmayan acıları tanımak için özellikle felaket senaryolu filmlere ilgi duyuyor. "Kendi hayatının kıymetini anlıyorsun böylece." diyor.
Dün gece ikisi birbirlerine sokulup 2012'yi izlediler.
Filmin konusu aslında klişe sayılabilir. Dünyanın sonu geliyor, sıradan vatandaşların bundan haberi yokken, Çinlilere "Nuh'un Gemisi" isimli uzay gemileri yaptırılıp kafa başına 1 milyon eurodan bu gemiye bilet satılıyor. Dünya'da kıyamet koparken, biz şanslı bir ailenin kurtuluş mücadelesini izliyoruz.
Aile bireyleri zaten fantastik! Yollar çatır çatır ortadan kırılıyor, uçağın motorları kopuyor filan hiçbirinde tek bir sıyrık bile olmuyor. Sürekli karşılarına bir kurtuluş kapısı açılıyor...
Gelgelelim bütün bunlara rağmen görsel efektler inanılmaz. Hem detaylı hem de gösterişli.
Asıl bütün klişelere rağmen filmi izlerken "Yahu bunlar gerçekten olabilir!" diye düşüncesi beni bitirdi. Dünyada çok şiddetli depremler oluyor mu oluyor. 1800lerden beri patlamayan yanardağ patladı mı patladı. Daha nicesi var mı var. Filmi izleyip, kehanet senaryolarına kapılıp "Amanın kıyamet geliyor." triplerine kesinlikle girecek değilim. Zaten kıyamet diye bir şeye de inanmıyorum ben.
Ama bu filmi izlemek gerçekten de "Hayat ne güzel yahu!" dedirtiyormuş. "Hadi kıyameti filan geçtim de bir kere geliyoruz dünyaya zamanın hakkını verebiliyor muyuz?" diye sorgulatıyormuş.
Şahsen biz geri kalan iki senemizi sevişerek geçirmeye karar verdik. :)
Şahsen ben felaket filmi izleyip, üç saatcik uyku uyuyup, sinir bozucu alarmlarla uyanıp, korkunç bir trafiğe girdikten sonra bile hala kikirdeşip koklaşıp öpüşen bize bir anlam vermeye çalıştım: Azıcık uyuyup da bu kadar keyifli, sakin ve "hayat şahane yahu" kıvamında nasıl kalabilirdi ki insan?
Aslında her ilişki insanı yormazmış, her ilişki sıkıcı ve sinir bozucu sorumluluklar yüklemezmiş. Bazı ilişkiler insanı tanımlanamayacak biçimde şarj edebilir, iyi hissettirebilirmiş. Kendi hayatlarının en karışık dönüm noktasında olan iki kişi birbirine Prozac etkisi yapabilirmiş.
(Ara Not: Böylece kendisinin takma adını da bulmuş oldum: Mr. Prozac!! =) "Bir doz minik güzel şey" blogumun adı. En azından bir doz ihtiyaç duyduğum Prozac da aşkım. Şahane oldu, pek sevdim! Kendisi bundan böyle bu blogda böyle anılacaktır. İtirazı oLan? Kabul ediLmiştir!)
Gerçekten güzel bir ilişki yaşanamayacağına dair ön yargılarınızı atın, sonunda gelen baharın tadını çıkarın, 23 Nisan tatili için keyif planınızı yapın, "Gerçekten dünyanın sonu geliyor olsa ne yapardım?" diye düşünün böylece hayallerinizi de hatırlayıverin! =)
* Başlığa gelince, Time bu filmi böyle tanımlamış: 2012: End-of-World Disaster Porn
1 yorum:
nedese sevemediğim -ki sebebi Maya'lıların öteorisini yanlış yansıtması olabilir- bir filmdi.
Yorum Gönder