Interrail günlüklerine gecen pazar kaldığım yerden aynen devam. Bu yazı da Haziran 2009'da Tempo24'te yayınlanmıştır.
Frankfurt’ta açık havada keyifle yemeğimizi yedikten sonra, bir kısmımız şehri gezmek istedi, diğer bir kısmımız keyfe devam etmek istedi; o yüzden bölündük. Ben tabii ki şehri gezmek isteyen gruba dahildim. Sokakta yemek yiyip, keyif yapılabilecek şahane mekanlar İstanbul’da da var ne de olsa…
Valizlerimizi ‘locker’lara kilitlemiş, şehrin turistik kısmına doğru yola koyulmuştuk ki, bir kozmetikçi keşfettik. Sabah otelde darmadağınık odaya bakıp “Bu valizlere nasıl sığacağız?” diye sızlananlar biz değilmişiz gibi, başladık alışveriş yapmaya. Hadi kozmetik ürünleri gerçekten çok ucuzdu, pek fazla yer de kaplamazlar; ama oradan çıkınca H&M’e girmemizi haklı çıkaracak tek bir gerekçemiz bile yoktu.
“Hani siz müzelere bakıp şehri keşfedecektiniz?”, “İyi de sizin de hani hiç haliniz yoktu, bizim işimiz bitene kadar aynen orada oturacaktınız?” diye karşılıklı birbirimize takılırken, hiç tanımadığımız birisi, gülerek yanımıza geldi. “Bu bir Türk klasiğidir, kendini Avrupa’ya atan her Türk kadını H&M’in yolunu tutar. Yalnız değilsiniz.” dedi Türkçe.
Türkiye’de basılan turistik kitapçıklara kesinlikle H&M’lerin lokasyonlarının da eklenmesi gerektiğine karar verdikten sonra, H&M’in kapısının önünde elimizde poşetlerle hatıra fotoğrafı çektirdik.
Sonra da daha yolculuğun başından bu kadar çok para harcamış olmamızı kendimize affettirmek için, tarihi ve turistik kısımlarını keşfe çıktık.
Frankfurt’ta açık havada keyifle yemeğimizi yedikten sonra, bir kısmımız şehri gezmek istedi, diğer bir kısmımız keyfe devam etmek istedi; o yüzden bölündük. Ben tabii ki şehri gezmek isteyen gruba dahildim. Sokakta yemek yiyip, keyif yapılabilecek şahane mekanlar İstanbul’da da var ne de olsa…
İnterrail yapmanın tek kötülüğü kaplumbağa gibi varını yoğunu sırtında taşımak. Bazen istasyonlarda rastlıyoruz, sırtlarına neredeyse benim boyum kadar çanta takmış, yanında uyku tulumları ve matlar taşıyan gerçek interrailcilere. O zaman bizim ayağımızda topuklu ayakkabılar ve yüzümüzde makyajla, spor çantasından biraz büyükçe kumaş valizlerimizden yakınıyor olmamız “gezgin karizmamızı” çiziyor diye sesimizi kesiyoruz.
Yine de bir şehri keşfederken elimiz kolumuz boş olsun, rahat hareket edebilelim ve bol bol fotoğraf çekebilelim istiyoruz. Bu yüzden istasyonlardaki “locker” denilen kilitli dolaplar bizim gibiler için hayat kurtarıcı. Hepsinin işleyiş sistemi farklı, kimi anahtarlı oluyor, kimi şifreli… Sadece şöyle bir risk var, çoğu belli bir süreyle limitli. Örneğin 6 saatlik ücretini bozuk paralardan ödüyorsunuz, 6 saat sonra siz şifreyi girmeseniz de otomatik olarak açılıyorlar. Kaç saatlik para ödediniz, eşyalarınızı saat kaçta koydunuz dikkat etmek lazım.Valizlerimizi ‘locker’lara kilitlemiş, şehrin turistik kısmına doğru yola koyulmuştuk ki, bir kozmetikçi keşfettik. Sabah otelde darmadağınık odaya bakıp “Bu valizlere nasıl sığacağız?” diye sızlananlar biz değilmişiz gibi, başladık alışveriş yapmaya. Hadi kozmetik ürünleri gerçekten çok ucuzdu, pek fazla yer de kaplamazlar; ama oradan çıkınca H&M’e girmemizi haklı çıkaracak tek bir gerekçemiz bile yoktu.
Amsterdam’da her gün H&M’e girip, çok komik fiyatlara bir sürü şey almamışım gibi, 1 euroya satılan güneş gözlüklerine, 5 euroya satılan eteklere kendimi kaptırmıştım ki; yemekten sonra ayrıldığımız gruptan bir arkadaşımla burun buruna geldim.“Yok artık daha neler!” diye gülüşürken, zorla bedenini bulduğum büstiyeri de başka bir müşteriye kaptırdım.
Franfurt’a ayak basıp birbirinden ayrılan iki grup genç, koca şehirde illa ki gezilecek görülecek bir sürü şey varken, H&M’de karşılaşıyordu!“Hani siz müzelere bakıp şehri keşfedecektiniz?”, “İyi de sizin de hani hiç haliniz yoktu, bizim işimiz bitene kadar aynen orada oturacaktınız?” diye karşılıklı birbirimize takılırken, hiç tanımadığımız birisi, gülerek yanımıza geldi. “Bu bir Türk klasiğidir, kendini Avrupa’ya atan her Türk kadını H&M’in yolunu tutar. Yalnız değilsiniz.” dedi Türkçe.
Türkiye’de basılan turistik kitapçıklara kesinlikle H&M’lerin lokasyonlarının da eklenmesi gerektiğine karar verdikten sonra, H&M’in kapısının önünde elimizde poşetlerle hatıra fotoğrafı çektirdik.
Frankfurt fotoğraflarının devamına Picasa'dan göz atabilirsiniz.
2 yorum:
Ben bu h&m merakini anlayamiyorum ama:(
almanya'da yasadigim seneler boyunca sirf zorunluluktan alisveris yaptim h&m den. cünkü baska bir yer pek yoktu. Türkiye'de bu kadar cesitli ürünler üretilip giyilirken neden Avrupa'ya ayak basan her kadin son derece kalitesiz ürünleri olan h&me ugrar. h&mde 20-25 euro civari (türk lirasiyla 40-50 tl) satilan bir bluzu burdaki pazarlarda 15 tlye bulmak cok mümkün, tecrübeyle sabittir. Benim gecen sene h&mden aldigim bir etegi blogger bir arkadasim daha uygun bir fiyata Türkiye'den almisti gecen sene resmini de cekip göstermisti:) yani kisacasi h&m in burda pazarlarda satilabilecek kadar kalitesi var diye düsünüyorum.
Ayrica h&mden aldigim ürünleri cok kisa süreler giyebildim hep. Bir yerleri esnedi, pamuklandi, tisörtler birkac yikamadan sonra bozuldu derken h&m denildiginde yüzümde garip bir ifade olusuyor:)
Demek ki bu merak degisiklikten ileri geliyor diyorum ben de kendi kendime.
aslında cok haklısın cadıcım t-shirtların tamamını hatta uzerinde h&m etiketi olanlarını bile 5-10 TL'ye buradaki pasajlardan almak mümkün. Hiç kimsenin gidip t-shirt sweat filan alacağını sanmıyorum ben de H&M'lerden.
Ama gece elbiseleri, çanta ve gozluk gibi aksesuarlar inanılmaz fiyatlara oluyor. Çok sık kullandığım ve pek sevdiğim pembe bir portföyüm var mesela 10 euroya almıştım.
Bir de benim Avrupa'da oluş tarihlerim hem H&M'in çılgın indirim zamanlarına denk geliyor. O yüzden çok ucuza inanılmaz şeyler kapabiliyorum : ))
Yorum Gönder