07 Aralık 2008

şekerimmm bu gün boğazda değil, tiffany's de brunch yaptım







Pazar günü için hiçbir plan yapmamışsam ve bayram öncesi alışveriş merkezlerinden birine gidip alışveriş yapmak gibi bir çılgınlığı da göze alamıyorsam, yatak keyfinin hakkını verip bütün gazeteleri okuduktan sonra elim DVD köşeme gidiyor. Ya “how i met your mother”a gömülüp bol bol kikirdiyorum, ya da klasiğim olmuş filmlerden birini izliyorum.

Bugün “Breakfast at Tiffany’s”i bir kere daha izledim ve filmde bayıldığım şeylerin listesini yaptım:

-Başta Audrey Hepburn’un kendisi… Nasıl güzel bir kadınsın sen! Bir insan hem masum görünüp, hem bu kadar cilveli nasıl olabilir?

-Bizim boğaza karşı kahvaltı alışkanlığının Tiffany’s e karşı versiyonu hep çok esprili gelmiştir bana. Pırlantalara karşı kahve yudumlamak…

-Audrey Hepburn’un kendisi kadar kıyafetlerini ve aksesuarlarını da seviyorum. Filmin ilk sahnesindeki inci kolyeyle tamamlanmış siyah elbise, dirseğe kadar uzanan siyah eldivenler, upuzun ağızlık / sigaralık, ince vücudunda çok hoş duran belden bağlamalı trenchcoat ve bornozlar, gösterişli şapkalar, pembe elbise giydiği sahnede taktığı çok parlak aksesuarlar, kocaman güneş gözlükleri… Simli uyku bandı ile püsküllü kulak tıkaçlarını da unutmamak lazım.

-Doktor’a neden onunla gelemeyeceğini açıkladığı replik: “but you can't give your heart to a wild thing: the more you do, the stronger they get. until they're strong enough to run into the woods. or fly into a tree. then a taller tree. then the sky. that's how you'll end up, mr. bell. if you let yourself love a wild thing. you'll end up looking at the sky”

-Herkesin herkese “darling” şeklinde hitap etmesi

-Holly’nin sütü şarap kadehinden içişi

-Salondaki küvetten bozma koltuk : Yarısı kesilmiş bu küvet, renkli minder ve yastıklarla o kadar yaratıcı ki.

-Zengin koca bulma hayali ile partilerde boy gösterip çirkin ama zengin adamlara yüz veren Holly Golightly ile aslında yazar olup, Holly ile tanışana kadar yazmaya çoktandır ara vermiş, jigololuk yapan Paul Varjak’ın aşkı

-Holly ile Paul’un “daha önce yapmadıkları şeyleri yaparak” geçirdikleri gün. Özellikle de çaldıkları kedi ve köpek maskeleriyle sokaklarda koşuşturmaları…

-Holly’nin “no-name slob”u = film çekilirken epeyce eziyet çektiği aşikar olan ama süper rol yapan ve pek tatlı kedisi. Garfield’ın esin kaynağı olduğu şeklinde bir his var içimde. ;p

-Holly’nin erkekleri “rat” ve “super rat” olarak ikiye ayırması. “Ben onu sıçan sanıyordum, ama o bir süper sıçan çıktı.” Diyişine bayılıyorum.

Dip not: Adı Audrey olan herkes çok sıra dışı ve düzgün yüz hatlarına ve kocaman gözlere mi sahip oluyor acaba? Audrey Hepburn’deki dişi ve cilveli taraf biraz eksik olsa da Audrey Tatou o büyük gözleri ile Audrey Hepburn’u çağrıştımıyor mu?

Hiç yorum yok:

Pinterest'im

Instagram'ım