15 Ekim 2009

bir "köşeli" yazı & bir albüm & bir öpücük

Denememsi yazılar yazıyorum bazen. Tam olarak deneme değiller, "köşe" denilen bir alanda yayınlandıkları için "köşeli yazı" diyorum ben onlara. Üniversiteme o kadar dolmuşum ki, köşeli bir yazı ile bütün kinimi kustum.




Üniversiteler ölür mü?
(15.10.2009 tarihinde T24'te yayınlanmıştır.)
Her şey eğitimle başlar. Bütün sorunların kaynağı eğitimsizliktir. Bu iki cümle, “Ne var ne yok” kadar sık kullanılan ve öznesiyle fiili değişmez sabit cümleler haline geldi. Hepimiz doğruluklarını kabul ettik ve konuşmalarımıza sıkıştırır olduk. Peki ya eğitim sistemimiz aşama kat etti mi bu arada?

Eğitim ile öğretim hala eş anlamlı bizim ülkemizde. Okula gidip çarpım tablosunu ve iki ay sonra tamamını unutacağı savaş tarihlerini ezberleyen çocuk, eğitilmiş farz ediliyor. Biri diğerinden üç saat önce yola çıkmış iki otobüsten geride olanın önde olan ile aynı anda B noktasına ulaşması için hızını saatte kaç kilometre arttırması gerektiğini öğrenen çocuk, otobüste çantasıyla sert bir şekilde çarptığı bayandan özür dilemesini bilmiyor böyle olunca.

Çocukların bütün yetenekleri, eğilimleri göz ardı ediliyor. Kitap ve gazete okumak zaten zaman kaybı! Kitap okumakla uğraşılmayıp, ne kadar çok test çözülürse o kadar iyi. Malum üniversite sınavına hazırlanmak lazım. Çocuğun hangi alanda başarılı olabileceği ihtimalini hesaplamaya hiç gerek yok zaten. Herkesin çocuğu doktor, mühendis ve avukat olmaya pek müsait yapıda.

Ben değişip duran sistemin kurbanlarından biriydim. Beş sene ilkokul okudum, Anadolu Lisesi'ni kazandım. Sekiz yıllık zorunlu “eğitim”e geçildi, üç sene daha okuyup LGS (liselere giriş sınavı)'ye girdim. Sonra üç sene lise okuyup asıl sınav olan ÖSS ile yüzleştim. Her sınava hazırlık döneminde isyan ettim. Arkadaşlarımla oynamak istediğim oyunlardan, okumak istediğim kitaplardan, izlemek istediğim filmlerden hatta bazen uykumdan mahrum kalmak bana çok dokunuyordu.

Öyle ya da böyle İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi oldum. İlk senelerimde gerçekten çizgi dışı, ders aralarına ufuk genişletici konuşmalar sıkıştıran profesörlerden ders aldım. Sonra profesörlerin neredeyse tamamı vakıf üniversitelerine kaçtı. Biz öğrenciler de -birkaç idealist profesörü kapsam harici bırakıyorum- araştırma görevlilerinin eline düştük. Henüz “öğrenme” aşamasında olan kişiler, bizim “öğretmen”lerimiz oldu. Türkiye'nin en köklü üniversitesinden geriye bir tek heybetli kapı kaldı!

Her gün okuldan çıkışımda, okul kapısının önünde fotoğraf çektiren, “Bir gün bende burada okumak istiyorum.” diyen çocukları bir kenara çekip, “Sakın!” dememek için kendimi zor tuttum. Bir üniversitenin danışmanlık veya yol göstericilik denilen kavramlardan bu kadar habersiz olmasına her yıl yeniden şaşırdım.

Ama asıl şaşkınlığı bu sene yaşadım. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ikinci öğretime başlamış ve 1000'in üzerinde öğrenci kabul etmiş bu eğitim yılında. Kaçan profesörlere, öğrencilerle ilgilenecek personel eksikliğine inat daha fazla öğrenci...Dilekçe yazmayı bilmeden hukuk fakültesini bitiren öğrencilerin sayısını ikiyle çarpmak... Dilekçe yazımı, hukuk ingilizcesi gibi dersler ekleyerek daha nitelikli bir eğitim vermek yerine, niteliksiz diplomalı öğrenci sayısını arttırmak...

Bu, üniversiteyi kazanamayan öğrenci sayısını illa ki azaltacak, ama karşılığında üniversite okumuş niteliksiz ve işsiz genç sayısını arttıracak, boşu boşuna aileleri “Çocuğum üniversite okuyor” diye sevindirecek uygulamalardan sadece biri.

Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden geriye “köklü” sıfatı ve heybetli kapıdan başka bir şey kalmayacağının göstergesi. Eyy eski İstanbul Hukuklular nasıl bilirdiniz rahmetliyi?

Günün şarkısı uygulamasını sürdürmek de zoruma gidiyor. 24 saat içinde o kadar fazla ruh hali değiştiriyorum ki tek bir şarkı seçemiyorum. Benim lounge chill müzikler sevdiğimi bilmeyen kalmadı -özellikle de komşularım!!-. Hayatımın arka fonunda sürekli bu tarz şarkılar dönüyor.

Elektronik müzikte çılgınlar gibi dans edebilirim, canlı rock performanslarına ölürüm, türkçe pop eşliğinde eller havaya mooduna geçerim; ama bir şey okurken, yazarken, duş alırken, evde amaçsız takılırken, yemek yerken hep lounge chill playlistler döner evde. Sürekli de değişik şeyler keşfetmek istediğim için her gün bir albüm ediniyorum. Albümlerden de çok çok 2 parçayı beğenip kalanını imha ediyorum. İşte bu gün yüklediğim albüm de bu! Edinmek için ne yapmak gerektiğini de artık biliyorsunuz, ama bilmeyenler için hatırlatayım, albüm kapağına bir tık yeter! : )

Favorim de 10 numara: Jazzamor'dan Sometimes!

Share/Bookmark

Hiç yorum yok:

Pinterest'im

Instagram'ım