Para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş,
anneler ve korkular başlayacak...
Bunlar varsa ve bizim için geçerliyse aşk yoktur ve
hiç olmamıştır sevgili. Birbirimizi kandırmayalım...
Hadi güne hazırlan. Yaşadıklarımızı unutmaya çalış.
Aşk bize güvenip verdiği büyüsünü, sırlarını,
cesaretini, bilgeliğini ve o ilkel, o yaban ağrısını geri
alacak. Bunlar olurken içimiz bir an çok üşüyecek, sonra geçecek...
Hadi, oyalanma birazdan yarın olacak...
Aşkta yarın yoktur sevgili...
- Cezmi Ersöz-
Bir arkadaşım bunu Facebook'ta paylaştığı anda aklım karıncalanmaya ve soru işaretleri çiftleşerek yepyeni yavru sorular doğurmaya başladı.

Şimdi aramıza gerçek hayat girdi. Dün gece birbirimizle telefonda konuşmaya bile üşendik. Düşündüm gün içinde birbirimizle yaptığımız bütün konuşmalar da iş hakkındaydı. İrkildim.
"Bunlar varsa ve bizim için geçerliyse aşk yoktur sevgili. Birbirimizi kandırmayalım..." Yüzleştim kendimle ve büyük bir hayal kırıklığına uğradım: Aşık filan değilim ben.
Belki de aşıktım, gerçek hayat onu yedi. Belki de gerçekten bu devirde bu kadar sorumluluk ve gerçeklik varken aşk diye bir şey imkansız. Kimbilir?!
Ayşe Arman çok eskilerden bir yazısında bu aşık olma merakını çok güzel anlatır:
"Aşkın bütün türevlerini kabul ediyor, hayranlık duyuyoruz. Çok sevmek yetmiyor, hep o delilik seviyesine erişmek, hep aşık olmak gerekiyor. O da yetmiyor, bir de o duyguyu korumak gerekiyor: Öyle bir hale geldik ki, aşık olmadığımızı söylemeye utanıyoruz. Suçluluk duyuyoruz, suçluluk! Sürekli aşık olmaya çalışıyoruz. Bu olmadı, belki ötekinde diyoruz. Aşık olalım da ne olursa olsun. Aşk bizi kurtarsın! "
Aşk yoksa bir ilişki kötü müdür?
Çok sevdiğim Mr. Prozac'ımdan vazgeçecek filan değilim ama düşünmeden de duramıyorum:
Bir insanla birlikteyken her türlü ortamda, her türlü şeyi yaparken keyif alabiliyorsan, bu adamla hayat bile geçer gibime geliyor gibi daha önceden aşina olmadığın düşünceler aklından geçebiliyorsa, onunla her şeyi konuşabiliyorsan, kollarında bazen huzur, bazen arsızlık arzusu buluyorsan, varlığından bile emin olmadığın aşkın peşine düşmekte ısrarcı olmalı mısın?
Yoksa o kadar yıkıcı bir duygunun yerine, uyum, keyif ve zevk vaad eden ilişkini aşktan da yüce bir yere mi konumlandırıp ona daha da sıkı sıkıya mı sarılmalısın?
Bir yandan Mr. Prozac'sız geçen her anda kendimi eksik hissetmeyi özlüyorum. Şimdi koca bir haftasonunu onsuz geçirecek olmamın bana doğal gelmesinden nefret ediyorum. Diğer yandan da "Saçmalama Sezen! Hayatının çok yoğun bir evresinde olduğunu sana defalarca söyledi. Sık dişini hep böyle olmayacak. Sen de kendi hayatınla ilgilen bu sırada birazcık." diye kendi kendimi teselli ediyorum. Sıkıştım. Karıştım.
Sürekli kısa kısa ilişkiler yaşayanların, ilişkinin başlangıcındaki inanılmaz istekli ve tutkulu kısma bağımlığını azaltmanın ve ilişkinin daha huzurlu evresine bağışıklık kazanmasının formülü nedir acaba?
Galiba en iyisi haftasonunun dibine vurmak!