Sevgili küçük tepegöz Mormik...
Sana bir insan masalı anlatacağım. Yaşamın yıllarla ifade edildiği, şu anda üzerinde bulunduğumuz topraklara ait bir masal. Şimdi antenlerini uzat ve dinle: Evvel zaman, dünya deniz içindeyken, Birinci Milat'tan sonra, 1.93e-14 Işık Yılı'nda, ülkelere bölünmüş bir dünya varmış. Bu dünyanın, o zaman adı ‘‘Akdeniz'' olan mavi bir denizi ve ona komşu şirin bir ülkesi varmış. Bu ülkede kendinden başka kimselere benzemeyen bir topluluk yaşarmış. Bu ülkenin insanlarının çok ağır bir görevi varmış: Yaşamak!
Ve bu ‘‘görev'', genellikle freni patlamış bir kamyonun kasasında, su dolu bir belediye çukurunda, bir maç sonrası balkonda, bazen de sokaklara taşan bir maaş kuyruğunda noktalanıverirmiş.
Aslında günümüz anlamında robotlar yokmuş ama pek çok insan organik robot prototiplerini oluştururmuş: Sabahları uyanır, yakıtını alır, programlandığı gibi işlerine giderlermiş. Her gün birbirine benzermiş. Kendi hayatları da tükenirmiş bir kum saati gibi başkalarının ölümlerine, sözüm ona aşklarına, travesti düğünlerine, silikonlu göğüslerine baka baka.
Karılar dövülür, üçlü koltukta osura osura uyuyakalınırmış. Arada çizgili pijamalar sıyrılır, nefesler dolanır, daha ‘‘n'oluyoruz'' demeden uykuya devam edilirmiş, sabah yakıtına kadar.
* * *
Her şey panikmiş sevgili Mormik...
Üç kuruşluk maaşla beş kuruşluk hipermarket alışverişleri, suratı beş karış kasiyerin önündeki sıra kapma yarışları, bayram tatili, babalar günü, analar günü, gazete promosyonları, yılbaşları, davetler, evlilik, okul, sevda, hak, hukuk...
Kısaca her şey cezaymış mutluluk adına.
Aşk cezalıymış o zamanlar, ama hiç olmazsa varmış.
Aşk sokağa çıkamazmış öyle kolay, sarmaş dolaş. Sokaklara tükürmek, sokakta öpüşmek de daha az garipsenirmiş. Kimin kime aşık olacağına, ne zaman olacağına hep müdahale varmış siyasetteki gibi. Vergi kaçırdığını söyleyen, aşkını söylemezmiş o kadar rahat...
Aşkın başlaması da meseleymiş, bitmesi de.
Her şey meseleymiş be Mormik...
Ben şimdi sana nasıl anlatayım, Fransız öpücüğünü, yaşlı gözleri, sımsıkı tutan elleri? O zamanlar AIDS diye bir de hastalık varmış, genellikle cinsel ilişkiyle bulaşırmış ve kurtuluşu yokmuş. Ama bu acayip, şarkı dinlerken göğsünü jiletlerle doğramayı keşfeden toplumda, nedense AIDS, üç dört temel fıkrası dışında pek telaffuz edilmezmiş, ta ki trafik ölümleri ikinci sıraya düşene dek.
Eğitimi anlatmayacağım, çünkü kayda değer bir eğitim kavramı yokmuş. Ama kalan son belge, en son ‘‘Ölüme Hazırlık Kursları''nın açıldığı, ÖDYS'nin (Öbür Dünya Yerleştirme Sınavı) ülke çapında, iki aşamada yapıldığı şeklinde. Basında da bir ahlak yasasının olduğu, ancak bir gün bir ineğin bu yasayı içtiği ve Kaf Dağı'nın ardına kaçtığı söylenir. Viagra'nın o dönemde Son İmparator olduğu, son Dünya Kupası organizasyonunu da yaptığı.
Hadi şimdi hazırlan, Samanyolu'na dayınlara gideceksin. Yolda belediye karadeliklerine dikkat et. Mars'ta öğrenci polis çatışması varmış, Uranüs üzerinden git. Dayınlarda da Beatles dinlemeyi unutma sakın!
Yalçın Ergir'in yıllar önce yazdığı bu masala ben bugün denk geldim. Yukarıdaki deviantart aşırması fotoğrafa da... İkisi de içimi açtı beni bir bana döndürdü. Uzun zamandır yapmadığım "Aman beee!" el hareketimi yapıp gülümsedim. Tam o sırada "Filtre kahve hazır" havadisi geldi. Zaten bahar da sonunda geldi. Üstelik de günlerden cuma!
Masaldaki organik robot prototiplerinden olmayı reddediyorum işte! Hayatımı değiştirmeye, büyümeye, bir düzen oturtturmaya çalıştıkça her şey ters gidiyor. Benim hayatım gerçekten akışına bırakınca kıvamını bulan hayatlardan. Motoru çalıştırıp dümene geçmek yerine, yelkenleri açıp güvertede güneşlenince daha güzel akıyor. Dümeni bırakıyorum, yelkenleri açıp güverteye doğru yollanıyorum.
Götür beni hayat nereye istersen! Sana güveniyorum. :)
2 yorum:
guzel yazi
deviant dan hangi linkten bu foto ?
linki bilmiyorum ama Lava Diffuses by i Need Chemical!
Yorum Gönder