09 Haziran 2010

Kimyasalsız Hayat

Bugünlerde yeniden kanatlanmış gibiyim. Mr. Prozac'ın hoşuna gitmeyecek diye veya onunla daha fazla vakit geçirebilmek uğruna vazgeçtiğim her şeye yeniden kavuştum. İlişki içindeki insan iki kişilik düşünmeye başlıyor, bir şey yapılabilmesi için iki kişinin de istekli ve uygun olması gerekiyor, bu da bir sürü şeyin yapılamaması anlamına geliyor. Zaten o süre boyunca önemli olan bir şey yapmaktan çok, birlikte zaman geçirmek oluyor. Yeniden tek başına kaldığın anda şu fikir başını döndürüyor ve bütün vücuduna enerji pompalıyor: "Ben istediğim her şeyi , bana uyduğu sürece yapabilirim."


Mr. Prozac'a kendisi hakkında bundan böyle hiç yazı yazmamaya söz vermiş olsam da, Mr. Prozac adı bu blogta geçmeye devam edecek. Bu verdiğim sözü de bozmayacak çünkü onu değil kendimi anlatacağım, ilişkiden çıkmış bir kadının ruh halini ve hayatını... Yani artık bu blogta Mr. Prozac kavramı kişiden tamamen bağımsız bir kavram, çok sevilmiş bir eski sevgili sembolü.
Gerek arkadaşlarımın gerek mushaboomcuların en merak ettiği ısrarla sorup durduğu şey şu: "Sen bu adamı çok seviyordun, her halinden, her kelimenden belliydi bu. Ayrıldınız, ayrılık yazından bile sevgi damlıyordu. Aradan bir hafta bile geçmedi mutlu görünüyorsun, başka adamlardan bahsederken heyecanlanıyorsun, normal hayatına devam ediyorsun. Duygusuz musun, her şey bir yalan mıydı yoksa şimdi her şey yolunda gibi rol mü yapıyorsun? Ya da bunun bizim bilmediğimiz bir formülü mü var?" Beni daha yakından tanıyanların ısrarla kurcaladığı diğer konu da, "İş işte, koca kocada bulunur, derdin hep. Sen başka bir adama mı aşıksın yoksa?"

Cevap vermek hem çok kolay hem de çok zor. Kafamda bir şeyler netleşene kadar evire çevire bu konu üzerinde düşündüm. Bu sırada çok karmaşık ruh hallerine büründüm. Örneğin ayrıldığımız günün ertesi günü berbat havaya rağmen çok iyi uyandım, kendimi resmen rahatlamış hissediyordum, böyle hissediyor olduğum için kendime kızdım hatta. Bütün gün boyunca da gayet keyifliydim, sanki yüzyıl önce ayrılmışız gibiydi. Ertesi sabah evde bir şey ararken, salondaki sehpanın üzerindeki siyah çanağın içine baktım. Elime turuncu bir anahtarlık geldi, Mr. Prozac'ın tuttuğu ofisin anahtarında takılıydı bu, üzerinde adresi ve fiyatı yazıyordu. Hani filmlerde filan olur ya bir anda bir yerden çıkan toka mahveder adamı, gerçekte de öyle oluyormuş. Dünyanın en boktan anahtarlığı yüzünden gerçekten fena oldum. Bir anda o anahtarlığı anahtardan çıkardığımız ana gittim. Peşpeşe tek kişilik koltuğa sarmaş dolaş ve pek rahat sığdığımız yüz ayrı an geldi gözümün önüne... Çanaktaki her şey "biz" olduğumuz günleri temsil ediyordu. Mesela Santa küpelerim, hem küpelerin hikayesini ona onun evinde buz gibi bira içip anlattığım günü, hem onun bana küpeleri ondan unuttuğumda attığı mesajı, hem Özge'nin bize geleceği gün şarküteri alışverişi yaparken onun cebinden çıktığı anı, hem de daha sonra bir kavgamızda onları bana getirdiği günü...

Az sonra bana başka bir adamdan şahane bir günaydın mesajı geldi, bir anda unuttum her şeyi, muzip bir gülümseme yayıldı yüzüme, kalbimin atışları hızlandı. Akşama kadar farklı adamlar tarafından yapılmış harika teklifler, atılmış harika mesajlar birikti. Kendi kendime "Benim gerçekten yalnız kalma yeteneğim yok!" diye mırıldanırken, bir yandan da "Benim istediğim işte tam olarak bu ilgi ve güzel teklifler!" diye düşünüy0rdum.

İlişkiyi yaşarken hissettiklerim konusunda da hiç rol yapmadım. Ayrılırken bile ikimizin tereddütsüz kabul ettiği bir şey vardı: Yaşadığımız şey muhteşemdi! Ama öyle bir ilişkiydi ki aramızdaki sevgililik kalıbına uymayacak kadar çok sevgi ve güven vardı. Birbirimize çok dürüsttük, oyun oynamıyorduk, birbirimizi her ruh halinde kabulleniyorduk. Sevgili olmanın heyecan ve oyun gerektiren doğasına uymuyordu bu! Bizden harika evli ve çocuklu çift olabilirdi, hem huzurlu ve uçlar içermeyen düzenimize uyardı, hem de evlilik sorumluluğu sebebiyle benim aşırı uçlarım törpülenir, önceliklerim değişirdi, geriye sadece birbirimizin hayatını renklendiren farklılıklarımız kalırdı. Bunun için hem yaşımız hem de hayatta durduğuz nokta çok erkendi. Ya da çok iyi arkadaş olabilirdik. Biz bunu seçtik. Bu yüzden şimdi gayet keyifli olduğum konusunda da rol yapmıyorum, kendimi herhangi bir şey kaybetmiş gibi hissetmiyorum.

Sihirli formüle gelince... Aslında var öyle bir formül: Hayatından çıkan adamın sevmediğin yönleri üzerine odaklanıp kendini ondan soğutmak. Ama Mr. Prozac'a bunu yapmam, onun hakkında asla kötü bir şey düşünmem; çünkü kendi iç dengelerimizi kurmayı başardığımızda gerçekten iyi arkadaş olacağımızı biliyorum.

Elimde kıvamında bırakılmış güzel anılara dönüşmüş bir ilişki, potansiyel iyi bir arkadaş, sonsuza uzayan bir flört ve yapılacaklar listesi varken neden iyi olmayayım ki? Zaten bunlar olmasa bile, geleceğe dair bir sürü hayalin varsa, yürüyüp geçiyorsun, kendini istesen bile durduramıyorsun.
Bir yazımın altına "Sakin sakin...Bi de hayatının extacyisini bulsaydı ne olurdu halimiz.." diye bir yorum yapılmış, çok güldüm. Okuldan yeni mezun olmuştum, reklamcılık ve hukuk arasında bölünmüştüm, yazın adliye stajımı başlatma ve çalışma fikri bana inanılmaz koyuyordu, Prozac beni sakinleştirdi, dinginleştirdi, keyfime keyif kattı. Yoksunluk krizine girmem için de hiç bir sebep yok, kendisi arkadaşlık dozunda hayatımda.

Bu aralar bana çok iyi gelen birkaç adamdan ve "single" olmanın da bazı taraflarını da gerçekten özlediğimden bahsetmek istiyorum. Ama onlardan bahsetmeden önce bu açıklamaları yapmak istedim, çünkü bunların Mr. Prozac'ı veya yaşamış olduğum ilişkiyi kötülemek için yazıldığı düşünülsün istemiyorum. Yaşamış olduğum ilişki "
her şeyin bir yalan olduğu" iftirasına bulanmayacak kadar güzeldi çünkü. Bitti. Evrilip çevrilip düşünüldü, sindirildi.


Şimdi önümde
heyecan dolu çilek kokulu bir yaz var, yazlık ruh halime de büründüm. Yüzümdeki muzip gülümseyi görebiliyor olmanızı dilerdim :)

Hiç yorum yok:

Pinterest'im

Instagram'ım