Bugün savcılık soruşturma bürosundaki ilk gerçek iş günümdü. Trafik cezası tebligatları ile boğuştum. En azından 300- 400 tane tebligat geçti elimden, kimisi alkollü araç kullanmaya, kimisi ehliyeti alındığı halde araç kullanmaya, kimisi de yetersiz ehliyetle araç kullanmaya ilişkindi. Asıl ilgimi çeken şey, bunların içinde sadece bir tanesi -evet sadece tek bir tane- kadın tarafından işlenmişti. "Kadınlar kurallara mı daha sadık, yoksa kadınlar rüşvet vermeyi erkeklerden daha iyi mi beceriyor?" diye düşünmeden edemedim.
Belki de kadınlar için araba olmazsa olmaz bir şey değil. Gece çıktıklarında arkadaşları / sevgilileri / kocaları arabayı sürdüğü için alkollü yakalanmıyorlar, herhangi bir şekilde ehliyetlerini kaybederlerse de arabalarından vazgeçebiliyorlar. Çoğu erkek içinse ehliyetini kaptırmak başa gelebilecek en büyük felaketlerden biri. (Bu arada ne alakaysa aklıma geldi, ehliyetini kaptırıp, arabasını satan adam, o arabanın parasından bana bir koli Bueno borcun var hala!)
Kadınların o kadar fazla derdi var ki, ehliyet sonlara doğru kayıyor.
Saçının dip boyasını geciktirmeyecek, manikürünü pedikürünü aksatmayacak, yüzünün vücudunun nemlendiricisini ayrı sürecek, gözeneklerini daraltacak, bronz olacak, makyaj yapacak ama makyaj yapmamış gibi görünecek, modayı takip edecek, parfümü çok yaygın bir kokuya dönerse yenisini keşfedecek, iyi giyinecek, hem seksi hem akıllı olacak. Bu arada tabii okuyacak, çalışacak, gezip tozacak vs vs vs... Bir de yaşı da 40'ı geçmişse gerdirmeler, botoxlar filan giriyor işin içine, o alanları keşfetmeme daha çok var neyse ki.
Bu düşünceler içinde Bahariye'de yürüyordum ki, çağrışımla bambaşka bir konuya zıpladım: "Sevgilisinden ayrılan hatunlar dış görünüşünde bir değişiklik yapar. En kolay yolu da saç boyatmaktır. İhlal edilemez bir klasiktir bu Sezo!"
Saçım kendi renginde olduğu sürece hayatımdan çıkan her adam dolabıma giren yeni bir çift ayakkabı demekti benim için. Saçlarımı boyatmaya başladıktan sonra hayatımdan çıkan her adamla birlikte kumral- kırmızı - bakır- sarı - çikolata kahve - turuncu şeklinde sarı ve kızıl tonlar yelpazesinde gezip durdu saçlarım. Ya bu sefer ne yapacaktım? Saçlarımın şimdiki halini seviyordum hem. O sırada "Cilt Bakımı" diye cevap verdi bana tepemdeki tabela.
Uzun zamandır yaptırmamıştım zaten, evde tonik- maske- nemlendirici üçlüsüyle takılıyordum. Çat diye daldım içeri, "Benim randevum filan yok, ama cilt bakımı yaptırmak istiyorum. En yakın hangi saatte müsaitsiniz?"
Genelde ukalaca olur güzellik salonları, randevusuz gelenlere burun kıvırırlar filan, tam aksine inanılmaz güler yüzlüydü kızlar. İçerideki her şey de gıcır gıcırdı. Beni oda hazırlanana kadar bitki çayı ve haziran sayısı dergilerle (Ki ben çok önem veririm, bekleme odasındaki dergilerin aylarına. Ne yapayım ben üç ay öncesinin dergisini?!) bekleme odasında misafir ettiler, sonra da hemen aldılar bakıma.
Benim için cilt bakımının en sevimsiz kısmı buhar kısmıdır. Gözün kapalı olur, nefesin daralır, afakanlar basar, canın sıkılır, iki seksen yatarsın. Bugünkü cilt bakımının buhar kısmı hayatımın son zamanlarındaki en muhteşem şeydi. Mum ışığına eş loş bir ışıkta, arka fonda Loreena McKennitt olduğunu sandığım müzik, buhardan önce sürülen nefesi açan mentollü maske ve buhar süresince yapılan harika yüz masajı. Buhar ve maskenin kayganlığı, arka fondaki müzik ve o masaj gerçekten muhteşemdi. "Cennet budur işte!" diye düşünüyordum. Yüzümdeki her hareketi vücudumun değişik noktalarında hissediyordum.
Sonra ışıklar açıldı, büyüteçli ışık yüzümün üzerine geldi, işin acılı kısmı başladı; ama onun sonunda da ufak bir masaj vardı neyse ki!
Şu an yüzümde minik minik kızarıklıklar var, kızamıklı gibiyim, ama tertemiz oldu cildim. Bütün siyah noktalarla vedalaştım.
Kızlar hem çok şekerler, hem de yaptıkları iş iyi, hem de fiyatı da gayet uygun (masaj + yaklaşık iki saat temizleme + sonunda üç tane filan ayrı maske toplamda 100 TL) ihtiyacınız olursa;
Çok dişisel bir yazı oldu erkeklerden özür diliyorum. Ama Madam Brownie'ye yazdığım "Beyaz (y)atlı prens out!" yazımla da sizi akladım. O yüzden beni affedersiniz sanıyorum. Okumak için TIK!
(Facebook'a da yazdığım gibi: Biraz hızlı yürüyorum, yazdıklarım hayatımı yakalayamıyor. O yüzden yazıdaki dip notu ciddiye almayın, orada sadece "Kurgulamayın, yaşayın!" cümlesi güncel kaldı. )
Yetmez mi?! Bir de şu videoyu izleyin. "Işığın yandığına emin misiniz?" :))
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder