Bugün yeni bir şey keşfetmedim.
Bugün sadece keyif yaptım. Kahve her zaman içtiğim kahveydi, okuduğum zaten daha önceden okuduğum bir kitaptı, film izlemedim, internette keşif gezintisi yapmadım...
Ama bir süpriz sayesinde harika vakit geçirdim. Kanada'da yaşayan yakın arkadaşım bu yaz tatilini çok kısa tutmak zorunda kalmıştı. Halletmesi gereken işler vardı ve ancak 6 ay sonra yeniden görüşebilecektik. Ve daradaroooommm bugün havuzda güneşleniyorum kapıdan o girdi. Ailesel sebeplerle aniden gelmesi gerekmiş. O kadar tadı damağımda kalmıştı, o kadar yetmemişti ki birlikte geçirdiğimiz zaman; acayip sevindim.
Muhabbetimizde en kahkaha atarak andığımız anların tek bir ortak noktası vardı: O anlarda gerçekten ama gerçekten parasız ve çaresizdik. Hiç tam manasıyla parasız ve sokakta kaldınız mı? O her şeyi yapabilecek olma hissini yaşadınız mı?
Mesela interrailimin sonunda benim maceracı ruhum ağır basmış ve Sırbistan ile Bulgaristan'a da gideceğim ben, tek giderim, diye tutturmuştum. Annem ile babamdan interrail boyunca defalarca para istediğim ve tamamını harcadığım için daha fazla para istemeye yüzüm yoktu. İnterrail biletim vardı ulaşıma para ödemeyecektim ve cebimde son 100euro vardı. "Ohoo işte bir tek yemek parası ödeyeceğim, trende uyuya uyuya giderim konaklama da ödemem, bana her türlü yeter" demiştim.
Sırbistan'da Schengen vizesi geçmediğinden habersizdim. Gecenin bir yarısı trenden indirilip iğrenç bir karakola götürüldüm. Beni bırakın geri döneyim diyorum, yok! İlla ki transit vize çıkarttıracakmışım. Kaçak girdiğim için ceza da ödeyecekmişim. Cebimdeki paranın 70 eurosunu karakoldan çıkabilmek için ödedim mi... Gecenin o vaktinde bulduğum tek tren korku filminden fırlamış gibi bir trendi. Çiş kokuyordu, ışıksızdı, çok yavaştı, eskiydi ve içindeki yolcular korkunç tiplerdi. Cebimdeki 30 euro ile bir yerde sabaha kadar beklemem de minicik eteğimle o vakitte hostel aramam da mümkün değildi.
Belgrad'a ulaşmayı başardığımda 5 euromu onların parasına çevirip kendimi McDonalds'a attığımdaki mutluluğumu, yediğim hamburgerlerin bana ne kadar lezzetli geldiğini, parklarda geçirdiğim saatlerin hayatımın en huzurlu saatleri olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Ki bunların paralı sayılabileceğim dönemler olduğunu bilmiyordum o zamanlar.
Bulgaristan'a doğru yola çıktığımda, trenin aktarması için Sırbistan sınırındaki bir istasyonda gecenin bir yarısı iki saat beklemem gerekiyordu. Pasaportumu içime sokup biraz kestirmek için uyudum, uyandığımda hiç tanımadığım bir adamı bana sarılmış halde buldum. Ortak dil yok, para yok, gece konaklanacak yer yok!
Daha sonra son paramı marketten yiyecek bir şeyler almak için harcadığımdaki ruh halimi anlatamam. Meteliksizdim. Bir ay içinde Barcelona'da en güzel restoranlarda yemek yiyen, futbolcuların takıldığı clublarda boy gösteren, Roma'da hostelde kalamam diye otelde kalan, Fransız sahillerinde güneşlenen, bol bol alışveriş yapan ben evimden uzakta, parasız ve tek başımaydım. Önce çok korkunç geliyor. Sonra da çok keyifli. Bütün müzelere yalvararak ücret ödemeden girmek, parkta iki seksen yayılıp yazı yazmak... O an her şeyi yapabilecek olmak... Kaybedecek hiç bir şeyin olmamasının verdiği pervasızlık.... Bir hafifliyor insan, bir neşe geliyor, bakmaktan görme aşamasına geçiyor. Şunu mu yesem bunu mu; acaba buradan ne alsam, paramı nereme soksam da çalınmasa soruları yok oluyor. Etrafını daha iyi algılamaya başlıyorsun, hayat daha tatlı geliyor.
Bu resimdekinin mini etekli, bronz tenli ve çantasında en az 500euroluk alışveriş bulunan versiyonuydum işte.
Elbette bunun daimi olmayacağını bilmek bambaşka.
Sefilliğin tadını çıkartıyorsun.
Şimdi oturup düşündüğümde Amerika'daki en keyifli anlarımız en sefil olduğumuz anlar. Otele ödeyecek paramız olmadığı için arabada otoparkta uyuduğumuz gece, son paramızı votkaya yatırıp sarhoş kafa New York seyahatini iptal edip doğrudan Türkiye'ye bilet aradığımız gece, taksiye ödeyecek paramız olmadığı için tek arabaya 11 kişi sığmaya çalıştığımız an, bir otel odasında 10 kişi yaşadığımız günler....
O pervasızlık, o pür neşe, o her şeyi yapmaya razı olma ruh hali; en az bir kere yaşanmalı!Bir kere insan hayatla dalga geçme yeteneği kazanıyor ve umursamaz olmayı öğreniyor.
Bütün bunlardan sonra şu anda manzaralı balkonda oturup likörlü soğuk kahve yudumlamak normalde olduğundan daha çok keyif veriyor, evim gözüme saray gibi görünüyor.
Hala yaz için bir planınız yoksa sonunda gerçekten çulsuz kalacağınız bir tatil yapıp bu ruh halini bir kere tadın derim ben!
Bizim bu günkü muhabbetimizi dinleyenler "Yok artık! Çok korkunç... İyi de ailenizi arayıp durumu açıklasanız derhal para yollarlardı size. Ben gelemem öyle şeylere!" tepkileri verirken ikimizin gözünde apayrı pırıltılar yanıyordu. Paket turlarla tatil yapanların, her şeyi planlı olanların asla anlayamayacağı şekilde o hissi özlemiştik...
2 yorum:
Caddelerin lağım kapaklarından çıkan dumanların arasında kartonlara sarılıp uyumak.. Daha fazlasını yapabilecek iken denemi$tim.. Tabii, senin ya$adığının yanında hiçbir$ey kalıyor.. Ama iyi cesaret, ve kesinlikle yüksek dozda adrenalin :)
Heyecanı seven herkes mutlaka ama mutlaka kendi ülkesi dı$ında yalnız kalmalı.. Onu da geçtim, çaresiz de olabilmeli aynı zamanda. Seçenek olmayacak, korkacaksın ama dert etmeyeceksin :) Ahh, $u anda nasıl özendiğimi anlatamam!
Hep kendime deli demi$imdir, bana keyif veren her$eyi ( ne olursa olsun ) yaparım.. Ama derler ya bükemediğin bileği öpeceksin diye :P
Önünde saygı ile eğiliyorum.. :)
"bana keyif veren her$eyi ( ne olursa olsun ) yaparım.. "
bence bu bir insanda olması gereken en önemli düşünce biçimlerinden biri. -meli,-malı içerikli görevlerden, "uygun olur mu olmaz mı" toplum endişesinden de apayrı bir bakış açısı!
ona sahip olundu mu zaten, benzer benzer çok macera yaşanır!
asıl ben saygı ile eğilirim su hayatta mutluluk denilen palavrayı da sıfat denilen yapaylığı da bir kenara bırakıp "keyif", "zevk" peşinden koşabilen herkesin!! =))
Yorum Gönder